

Ali Şarkışla, eğitimde 25 yılını devirdi. Öğrencilerini anlayan ve onlara yeteneklerini keşfetme imkanı sunan ender eğitimcilerden…. Akademik bilginin tek başına yeterli olmayacağını, yaşamın bütünsel olarak ele alınmasını gerektiğini anlatan Şarkışla, “Öğrenci merkezli eğitim evet ama özünde çocuğu anlayan, psikolojisini gören, ona gerçekten öğretmen olarak yaklaşanları görmek gün gün azalıyor. Burada fabrika ayarlarımıza dönmemiz gerekiyor” dedi. Şarkışla ile Cumhuriyetimizin 100. Yılı’nda eğitim sistemimizi masaya yatırdık.
Bize kısaca kendinizden bahseder misiniz?
1975 Kayseri doğumluyum. İlköğretim, orta ve lise eğitimimi Sümer kampüslerinde gerçekleştirdim. Sonrasında Eskişehir Üniversitesi Matematik bölümünün ilk öğrencisi olarak matematik bölümüne geçiş yaptım. Mezun olduktan sonra Marmara Üniversitesi’nde yüksek lisans programına katıldım. O senelerde henüz sınav yapılmadığı için Milli Eğitim’e bir dilekçeyle başvurup öğretmen olarak ilk atamam İstanbul’a yapıldı. İstanbul’da tam 8 yıl devlet okullarında çalıştım. Ardından özel okullarda sonra da kendi ofisimde özel ders vererek hayatıma devam ettim.
Peki, Göktürk’e yeniden dönüş hikayenizi sorsak?
Nerdeyse 10 yıl kadar Göktürk’te eğitim camiasının içindeydim. Ve çok ciddi çabalar harcadık. Göktürk benim bir parçam oldu. Sonrasında ailevi nedenlerle Kayseri’ye gittim. Bu süreçte, pandemi derken biraz da doğal hayatı görmek, yaşamak istedim. Sonrasında çok enteresan bir şekilde huzurlu ve mutlu olduğunuz yer neresiyse orası sizin memleketiniz oluyormuş farkında olmadan Göktürk memleketim olmuş. Bu yüzden memlekete geri dönüş yaptım diyebilirim.
Şimdi eğitim ve öğretime geçebiliriz. Bu iki olguyu nasıl tanımlarsınız?
Eğitim ve öğretim iki sırdaş olarak birbirinin içinde. Eğitim aslında insanın doğumuyla başlayan ölümüne kadar gerçekleşen, her anda var olan etmen olarak düşünüyorum. Hiçbir zaman bitmeyen bir olgu. Öğretim ise biraz daha farklı bir süreç fakat biz bunları çok birbirine karıştırıyoruz. Örneğin bir işte profesyonellik yetmiyor kendinizi sürekli olarak eğitmeniz, geliştirmeniz de gerekiyor. Bu noktada öğretmenlik de öyle bir kerelik öğrenip de uygulanan bir şey değil. Sürekli yenilikler getirilen devamlılığı olan bir olgu. İnsanın eğitimine de bu noktadan bakıyorum.
“KENDİMİZE ÖZGÜ EĞİTİM SİSTEMİMİZİ MUTLAKA OLUŞTURMALIYIZ”
Peki, eğitim sistemimize gelelim. Sürekli değişen bir sınav sistemi var. Bunun öğrenciye etkisi ne oluyor?
Ben bunu yıllarca yazdım, bu konuyla ilgili araştırmalar da yaptım. Eğitim devlet politikası olabilir ancak hükümet politikası olmamalı. Bir devletin eğitimle ilgili bir çizgisi vardır fakat hükümetler gelip gittikçe bu çizgi değişmez. Çünkü bunlar bir görüşe, partiye göre dizayn edilmemeli. Çok evrensel bir şeyden bahsediyoruz. Eğitim devletlerin de üstünde dizayn edilmeli çok evrensel olmalıdır. Aslına bakarsanız biz bunu geçmişte yapmışız. Tarihimize biraz baksak evrensel eğitimin ne olduğunu çok net görürüz. Şu anki sistem maalesef evrensel değil birincisi bu. İkincisi öğrencilerin potansiyellerini ortaya koyacak bir sitem yok. Hatırlarsınız geçmişte bunu sizin derginizde ‘Türkiye sınavlar ülkesi’ adlı makalemde yazmıştım. Bu yazıyı belki 10 sene önce yazmış olabilirim. Türkiye, bırakın sınavlar ülkesi olmaktan daha beter sınav üstü sınav ülkesi oldu. Biz bir şeyleri yaparken hep engel koyma potansiyeli içerisindeyiz. Bizim sınav dediğimiz şey bir engel olmamalı. Bizim daha farklı şekilde öğrencilerin yetenek ve becerilerini ölçebiliyor olmamız gerekiyor. Çünkü eğitim de keza teknoloji gibi sürekli yenileniyor. Ve bunun içerisinde bizim ölçeklerimiz değişiyor. Sürekli yazılı sınavlar, testler, çoktan seçmeliler bunlar öğrencinin sıkışıp kaldığı yerler. Bizim buralardan çıkmamız lazım.
Mesela son zamanlarda Türkçe eğitiminde öğrencilere 3 sınav yapılacağı söyleniyor. Uygulamaya başlanacak tamam çok güzel. Şimdi bu ne, aynı İngilizce gibi öğrencinin konuşma, yazı ve kompozisyon becerisini aktarma biçimi. Bunlar harika fakat bunu sadece Türkçe değil tüm derslere uygulamalıyız. Dünyada birçok ülke, Güney Kore ve Finlandiya eğitim sistemini öğrenerek kendi sistemine geçiş yapıyor, yeni eğitim modeli yaratıyor. Biz de bunu o ülkelere giderek araştırmalıyız sonra da kendimize özgü eğitim sistemimizi mutlaka oluşturmalıyız. Gördüğüm kadarıyla şu anda hep alıntılarla gidiyoruz. Bundan artık vazgeçmeliyiz.
Siz hem eğitmen hem de öğrenci koçusunuz. Neden öğrenci koçluğuna ihtiyaç duyulur?Ben özel ders vermeye başladığımdan bu yana sürekli ihtiyaç duyulan bir olguydu bu. Aslında biz çok eskiden bazı şeyleri yapıyorduk ama ismi öğrenci koçluğu değildi. Öğretmenlik pedagojisiyle yaptığımız öğretmenlik yaklaşımlarımız vardı. Öğrenci koçluğunda öğrencinin var olan potansiyelini keşfetme kısmı da var. Günümüzde öğrencilerimizin öğrenme biçimleri çok bireysel. Öğrenci daha çok davranışsal olarak yaşıtlarıyla bir arada fakat öğrenmeye geldiğinde çok bireysel öğrenme biçimlerine dönüştürebiliyor kendini. Dolayısıyla her öğrenci çok farklı yerlerde çok farklı biçimde konumlandırıyor kendini. Bizim o bireyi tanımamız, görmemiz sonra da ihtiyaçlarına yönelik potansiyel sistemler yaratmamız gerekiyor.
“ANNE BABA ÇOCUKLARINA SADECE YOL VE YORDAM GÖSTERMELİ”
Lise ve üniversite sınavlarına hazırlanan öğrenci ile bu süreci omuzlanan velilere neler söylersiniz?
Liseye geçişte öğrenciye ‘sen eğitimi iyi olan bir okula mı gitmek istiyorsun’, üniversiteye geçişte de ‘sen şimdiden mesleğini belirle’ dayatması var. Öğrenci bir yılını kaçırdığında hayatında çok büyük şeyler değişmeye başlıyor, taşıyamayacağı sorumluluk yükleniyor. İşte şu liseyi kazanmalısın, şunu yapmalısın bir yarış atı pozisyonu enteresan bir şekilde de bunu çocuktan daha çok velilerin yapması, veliler öğrenciden daha çok kitap biliyor olması. Veli velilik yapmalı burada her şey birbirine karışıyor. Bir kere anne baba köşesine çekilmeli, çocuklarına sadece yol ve yordam göstermeli. Onlar bir birey, kendi evladımız da olsa onların da yaşamı var, hayat anlayışı var, buna saygı duymak zorundayız. Öncelikle onları anlamak zorundayız. Dolayısıyla sürekli suçlayıcı değil anlayan veli olmamız gerekiyor. Yanındayım, beraber yapalım, burada çıkamadığın bir nokta varsa birlikte çıkış yolu arayalım gibi yaklaşımlar önemli. Onları sınav sürecinde çok yalnız bırakıyoruz. Kurslara gönderiyoruz ders aldırıyoruz, kitaplar kitaplar evlerin hepsi kütüphaneye dönüşüyor fakat çocuğun yanında kimse yok. Daha sonraki teknik meseleleri eğitimcilere bırakmalılar. Veli olarak yapabileceğimiz en güzel şey duygusal olarak çocuğumuzun yanında olmak.
“NE KADAR ÇOK DENEYİM SAHİBİ OLURSANIZ O KADAR İYİ ÖĞRETMEN OLURSUNUZ”
Mevcut sistem ideal öğretmen yetiştirme kriterlerini karşılıyor mu?
Her on yılda bir eğitim sistemimizde düşüşler oluyor. İleri gitmiyoruz sürekli geri gidiyoruz. Mezunlarımızda da durum böyle. Biz eğitim alanında çok mükemmel bir seviyeye ulaşmıyoruz. Geçmişte öğretmen olabilmek için sadece pedagojik formasyon yeterli değildi. Öğretmenlik aslında çok ciddi bir stajdır. Hatta ben mezun olmadan önce Milli Eğitim’de 2 yıl staj yaptım yani bir öğretmen benim rehber öğretmenimdi. pedagojik formasyon ve psikolojiyi algılama biçimi teoride kalmamalı pratik gereklidir. Ne kadar çok deneyim sahibi olursanız o kadar iyi öğretmen olursunuz. Bizim öğretmenlik seviyemizde ve bu süreçte buzdağının görünen yüzünü görmezdik hep altını görürdük. Öğrenci merkezli eğitim evet ama özünde çocuğu anlayan psikolojisini gören ona gerçekten öğretmen olarak yaklaşanları görmek gün gün azalıyor. Bunlar yapabileceğimiz şeyler. Burada fabrika ayarlarımıza dönmemiz gerekiyor diye düşünüyorum.
Dijital çağın içindeyiz ve sosyal medya hayatımızın her alanında var. Öğrencideki etkileri neler?
Size son dönemde yapılmış bir uygulamayı anlatayım. Geçen sene İngiltere’de bütün okullarda cep telefonu yasaklandı. Ve bu yıl ölçülen değerlerde çocukların inanılmaz derecede algısının yükseldiği motivasyonlarının arttığı gözlendi. Açıkçası eğitimde teknoloji önemli bir noktada. Çocuklarımızın teknolojiyi gerektiği alanlarda gerektiği kadar kullanması gerekiyor. Çocuğu özellikle sosyal medyadan soyutladığımız andan itibaren neden bunu yaptığını yapması gerektiğini anlamlandırmaya başlıyor. Kendi dünyaları olgunlaşmamış bireylerin sadece başkalarının hayatlarını görerek kendi yaşamlarını olgunlaştırması çok zordur. Eğitim verirken çocukları iç dünyalarına döndürmemiz, konuşturmamız lazım ki ancak böyle kaliteli eğitim verebiliriz.
Bir günde neler yapıyorsunuz?
Yine en çok öğrencilerime adamış durumdayım hayatımı. Bir taraftan onların hayatına destek olurken kendimi unutmuyorum tabii. Dinleniyorum, sevdiğim insanlarla vakit geçiriyorum. Aynı zamanda psikoloji dalında uzmanlık eğitimi alıyorum. Enteresan bir şey söyleyeyim; boş zamanlarımda öğrencilerime verdiğim denemeleri çözüyorum. Ben deneme çözmeyi çok severim çünkü biz öğretmenler öğrencilere 100 soru 200 soru çöz deriz ama kendimiz çözmeyiz. Oysaki deneme çözerek öğrencimizle empati kanallarını açık tutarız.
Ali Hoca bireylerin hayatında nasıl iz bırakıyor?
İş adamı, doktor değişik mesleklerde öğrencilerim var. Hayatlarının bir dönemlerinde benim anlattığım kosinüs teoremini hatırlamıyorlar da omuzlarına dokunduğum anları hatırlıyorlar. ‘Birlikte yemek yemiştik, kahve içmiştik. Siz beni dinlemiştiniz’ şeklinde hatırlanmak çok güzel. Bilgiyi nasıl verdiğiniz unutulmuyor.
Yaşam mottonuz nedir?
Öğrenmek ve öğretmek. Çünkü ben öğrendikçe öğretebiliyorum. Bence insanlar öğretmen doğar öğretmen olmazlar. Ben çocukluğumda da öğretmendim, gençliğimde de öğretmendim herhalde yaşlılığımda da öğretmen olacağım.
Son olarak ilave etmek isterim. Bundan 100 yıl evvel Atamızın söylediği “Öğretmenler yeni nesil sizlerin eseri olacaktır “ sözü 100 yıl sonra da aynı değeri taşıyacaktır. 24 Kasım sadece öğretmenler günü değil, aynı zamanda öğrencilerin öğretmenlere teşekkür etme günüdür. Sizlerin merakını ve öğrenme isteğinizi görmek, beni her zaman mutlu eder. Geleceğinizi inşa ederken sizlere yardımcı olabilmek benim en büyük dileğimdir. Nice 24 kasımlara…
alisarkisla@hotmail.com instagram: sarkisla.ali 05324687794