

Benzersiz Tatil Cenneti Jeju Adası
Yazı ve Fotoğraflar: Özhan Yiğitler
Gezegence.com
Güney Kore’nin başkenti Selu’de büyük şehir yaşamını, sanat, teknoloji ve eğlenceyi deneyimledikten sonra doğayı, gelenekleri ve geçmişi deneyimlemek istediğimizde, bize ilk önerdikleri yer Jeju Adası olmuştu.
Jejudo olarak bilinen bu ada, Kore yarımadasının güney ucundaki Kore Boğazı’nda bulunuyor. Tarihi boyunca ana karayla olan ilişkilerinde çok yakın olmadığından pek çok ayaklanma ve başkaldırının merkezi olmuş. Kore’nin Japonya’dan bağımsızlığını ilan etmesi yolunda yararlılıkları da olan Jeju Adası, 1946 yılında özerk bir bölge olarak tanınmış.
Zaten Marmara bölgesi kadar yüzölçümüne sahip Güney Kore’nin başkenti Seul’den kısa bir iç hatlar uçuşunun ardından, Jeju Adası’ndaki 3 günlük maceramıza başladık. Deniz kıyısındaki otelimize vardığımızda, kısa bir dinlenmenin ardından hemen adayı gezmeye başlayacağımız için heyecanlıydık.
Koreliler için bir tatil cenneti olan Jeju Adası volkanik bir ada olduğundan, tam ortasında Hallasan diye andıkları Halla Dağı bulunuyor. 2000 metreye yakın bir yüksekliğe sahip bu dağın tam ortada olması dolayısıyla, Jeju’daki her yere ulaşım kolay olmuyor. Doğrudan gitmek yerine, adanın çevresini dolaşarak gideceğiniz yere ulaşıyorsunuz. İşte bu yüzden biz de yaşayacağımız deneyimleri, yakınlığa göre belirledik.
Tedi Ayıcığı Müzesi
İzlediğim çoğunluğu ABD kökenli yabancı filmlerde, yanında oyuncak ayısıyla uyutulan çocukları görüp hep merak ederdim, bu ayıcığa neden Teddy Bear diyorlar ve neden bu kadar çok yaygın diye. Seul Kulesi’nde de bir müzesini görmüştüm ama girip ziyaret edememiştim. Jeju Adası’nda da müzesinin olduğunu öğrenince, gideyim öğreneyim olayın aslını dedim.
Jeju’daki Tedi Ayıcığı Müzesi, dünyaya çok yaygınlaşmış olan bu oyuncak ayının pek çok çeşidini salonlarında sergiliyor.
Müzedeki Tarih Salonu’nda, ünlü tarihi sahnelerin bu oyuncaklarla canlandırılmış halleri var. Leonardo Da Vinci’nin “Mona Lisa” ve “Son Akşam Yemeği” tabloları ilginç bir görüntü yaratmış.
Sanat Salonu’nda, ünlü tasarımcıların çalışmalarıyla çizgi film ve animasyon karakterlerini oyuncak ayılarla görebiliyorsunuz. Bu arada, yalnızca 4.5 mm boyuyla dünyanın en küçük Tedi Ayıcığı da bu bölümde. Bahçesi ve türlü çeşit güncel tedi ayıcığı oyuncağın satıldığı dükkanı da ziyaret edilmesi gereken yerlerden.
Cam Kalesi
Jeju Adası’na gelen tatilcilerin daha güzel zaman geçirmeleri için yapılmış olan yerlerden birisi de Jeju Cam Kalesi. Burada sergilenen her şey camdan yapılma. Sizi kocaman bir camdan bekliyor. Aralarında dünyanın ilk camdan labirenti, en büyük camdan topu, en büyük camdan yapılma elması yanında camdan taşlarla yapılma duvarın, aynalı gölün ve camdan köprünün olduğu bu temalı park gerçekten çok parlak bir yerdi.
İtalya, Çek Cumhuriyeti, Japonya ve başka ülkelerin ünlü cam ustası ve sanatçılarının da camdan yapıtlarını yine burada görebiliyorsunuz.
Bu kadar cam görüp de insanın canı çekmez mi. Elbette biz de ana salonundaki cam atölyesinde camdan süs, balon ve şişe yapmayı denedik. Çok eğlenceliydi.
O’sulloc Çay Müzesi
O kadar yol gidip de insanın karnı acıkıp yorulmaz mı? Elbette biz de bunun için en uygun yerin bir Çay Müzesi olduğuna karar verdik. O’sulloc şirketine ait olan bu müzenin dışındaki çay bahçesinde çay bitkisini yakından görebiliyorsunuz.
Ardından, iki katlı müze binasında sizi çayla ilgili bir sürü ilginç bölüm karşılıyor. İç bahçede bulunan lotus göletinin yanında dinlenmeden önce, ikinci kattaki muhteşem çay bahçeleri manzarasının tadını çıkardık.
Dinlendikten sonra müzeyi daha ayrıntılı gezmeye başladık. Kore’deki hanedanlık dönemlerinden kalan farklı kupa ve kap tasarımlarının örnekleri galeri bölümünde sergileniyordu.
Bunun dışında, Çay kültürü odasındaki sergi bölümünde, yeşil çay ve kültürüyle ilgili pek çok bilgiyi öğrendik. Çay kaplarını yapan zanaatkârların çok başarılı örneklerinin sergilendiği bölümün yanında, Kore, Çin ve Japonya’dan 60’tan fazla çay çeşidini de gördük. Çay kültürünün yansıması olan çay kupalarının dünyadaki 100’den fazla ülkesindeki örneklerini yakından görmek, çaya ne kadar önem verildiğini daha iyi görmemizi sağladı.
Müzenin ardından, günün yorgunluğuyla beraber otelimize döndük. Akşam yemeğinden sonra ertesi sabahki doğa yürüyüşü için dinlenmeye çekildik.
Olle Gil
Sabah, kahvaltının ardından, öğlene dek yapacağımız trekking etkinliğine uygun şekilde giyindik ve yola çıktık. Jeju Adası’nda “patika yürümek” anlamına gelen Olle sözcüğü, adanın doğusundan başlayıp kıyıyı takip ederek güneybatı ucuna dek giden trekking yolunu tanımlamak için kullanılıyor.
Tüm trekking patikalarının mesafesi toplandığında, yaklaşık 216 km’lik bir yola karşılık geliyormuş. Bu sabah biz daha içeriye doğru olan Yongsu – Jeoji rotasını takip ediyorduk. 15 km uzunluğuna sahip bu trekking patikası boyunca adanın daha karasal bölgelerinde ilerledik. Jeju Adası’nın coğrafyasını ve doğasını daha yakından gördüğümüz bu yürüyüş boyunca, mesafeyi kendimizi yormadan almaya özen gösteriyorduk.
Trekking liderimiz de bizi hiçbir şekilde yormayacağını zaten başta söylemişti. Jeoji volkan konisine ulaştığımızda, son 2 kilometre yolumuz kaldığını öğrendik. Kalan bu kısa mesafeyi de kolayca alıp bitiş yerine ulaştık. Açık hava ve hareket bizi çok acıktırmıştı. Yine yerel Kore lezzetlerinden oluşan güzel bir öğle yemeğinin ardından sıradaki doğal ziyaret yerimize doğru yola koyulduk.
Manjanggul Mağarası
Volkanik bir ada olan Jejudo, coğrafi yapısı ve oluşumlarıyla insanı gerçekten bir yandan şaşırtıyor öte yandan büyülüyor. Sonraki durağımız olan Manjanggul Mağarası, dünyadaki en güzel lav tünellerinden birisiymiş. Lav tüneli, yeraltından yüzeye fışkıran lavın tepeden aşağıya doğru yayılarak yüzeye akmasından oluşuyormuş.
Mağaraya sıcak havada ilk indiğimizde, yanımızda neden kalın giysiler getirdiğimizi anladım. Mağara en az 15 derece daha soğuktu. Yaz dönemi için tam bir serinlik yeri. Tünelde yürümeye başladığımızda, içerideki havanın rahatlığı gerçekten şaşırtıcıydı. Duvarlardaki jeolojik oluşumlar her attığımız adımla beraber farklı bir şekle bürünüyordu. Mağaranın uzunluğu 13 kilometreden fazla olduğu halde yalnızca 1 kilometrelik kısmı ziyarete açılmış.
Özel yürüme yollarından ilerleyerek en sondaki sütunların ve sarkıt/dikitlerin yoğunlaştığı son göleriye ulaştıktan sonra geriye dönmeye başladık. Dönüşte, Jeju Adası’na benzeyen ve Kaplumbağa Kayası denilen ilginç oluşumu daha yakından inceleme olanağımız oldu.
Jungmun Daepo Lav Sütunları
Jejudo’nun jeolojik oluşumlarında yalnızca lav tüneli gibi doğaüstü yapılar oluşmamış, kıyıdan denize dökülen lavların da yarattığı benzersiz yapılar ortaya çıkmış. İrlanda kıyılarındaki Devrelin yolu denilen oluşumun benzerini burada da göreceğimi söylediklerinde, içimde büyük bir merak uyandı.
Kıyı boyunca üst üste yığılı kaya sütunlarının oluşturduğu Jusangjeolli, Jeju Adası’nın doğal mirası olarak kabul ediliyormuş. Halla Dağı’ndan fışkıran lavlar Jungmun bölgesindeki denize ulaştığında, bu siyah ve kırmızıya çalar renkteki kayalar oluşmuş.
Küp ya da sekizgen biçimindeki bu kayalar sanki maharetli taş ustaları tarafından oyulmuş gibi duruyor. 20 metre yüksekliğindeki kayalığın tepesinde durduğumuz yer, denizin yükseldiği zamanlarda çok uygun bir balık avlama yerine dönüştürüyormuş. Yükselen denizle birlikte dalgalar kayalığın yanlarına çarptığında, çevreyi saran sütunlarla muhteşem bir okyanus manzarası yaratıyormuş.
Güneşi dalga sesleri arasında batırdıktan sonra yavaş yavaş otelimize tatlı bir yorgunluk ve zindelikle döndük. O akşam Jeju Adası’na özgü lezzetlerin bazılarını daha deneyimleyerek deniz ürünleri bilgimizi genişlettik. Adanın geldiğimizden bu yana havası çok iyiydi, ancak rehberimiz bize yarının daha rüzgârlı olacağını söyledi. Efsanevi Jeju rüzgârını görmek için güzel fırsattı.
Haenyo Müzesi
Ertesi sabah, Jeju Adası’nı bizim için benzersiz kılan bir yere gidecektik. Haenyeo Müzesi. Çocukluğumda okumaya bayıldığım 20. Yüzyıl Altın Bilgi Ansiklopedisi’nin Kim Kimdir (5.) cildinde gördüğüm bir Japon inci avcısı kadının (Ama) resmi beni hayaller alemine götürmüştü.
İnci avcısı kadınlarının yayıldığı adanın Jeju Adası olduğunu öğrenmiştim.
Bu kadınlara burada Haenyeo, yani deniz kadını diyorlardı. Adadaki kıyılarda denizden yosun, kabuklu deniz hayvanı ve deniz ürünleri toplayan bu kadın avcılar, ailede kadının çalıştığı ve sözünün geçtiği bir dönemin temsilcileriydi.
Denize, herhangi bir dalış ekipmanı olmadan dalan bu kadınlar, dalış gözlüğü, dengesini sağlamak için ağırlık, içi boş topa benzer bir tüp ve topladıklarını içine koyacağı bir sepet kullanırmış.
Bu kadınlar, göçle Jeju Adası’ndan Kore, Japonya ve Rusya’ya dağılmışlar. Jeju’daki Haenyo kadın dalgıçların benzersiz etkinliklerini ve kültürünü belgelemek ve dünyaya duyurmak için Jeju Haenyeo Müzesi’ni kurulmuş. Bugünkü ilk gideceğimiz yer burasıydı.
Müzede, dışarıda ve içeride Haenyeo toplumunun yaşama şekli, kullandıkları araç gereçler, günlük hayatlarından kesitler, değişik sergilemelerle gözler önüne seriliyordu.
Müzeyi büyük bir merak ve heyecanla gezdim. Bir sonraki gideceğimiz yerde, Haenyeoların gösterisi olduğunu öğrendiğimde, heyecanım daha da arttı.
Seongsan Ilchulbong Zirvesi
Jeju Adası’nın doğu bölümüne doğru yola çıktığımızda, Seongsan Ilchulbong Zirvesi adı verilen geniş bir krater varacağımız yerdi. 90 metre derinliğinde ve yaklaşık 600 metre çapında olan bu doğal yapıda bulunan sivri uçlu 99 tane kaya, uzaktan dev bir taç gibi görünüyordu.
Kraterden güneş doğuşunun olağanüstü olduğunu söylüyorlar. Ancak biz tepeye çıkıp olan manzarayla yetinmek zorundayız. 20 dakika süren bir tırmanışın ardından sonunda zirveye ulaştık. Zirveden Jeju Adası’nı kuşbakışı görmek aynı bir deneyimdi. O yükseklikten Haenyeo gösterisinin yapılacağı koy da görünüyordu. Rehberimiz gösterinin başlama saatini anımsattığında, çıkışın verdiği yorgunluk rehavete ve uyuklamaya dönmek üzereydi.
Haenyo Gösterisi
Müzedeki Haenyeoların yaşamıyla ilgili bilgilerin ardından onları işlerini yaparken görecek olmak çok heyecan veriyordu. Zirveden nasıl indiğimizi, gösterinin yapıldığı koydaki sahile nasıl indiğimizi anımsamıyorum bile.
Karşımda ıslak dalgıç giysileri içinde Haenyeoları görünce, masal kahramanları canlanıp hayat bulmuş gibi geldi bir an. Ekmeğini denizden çıkaran, 15 yaşından 80 yaşına dek denizle ahbap, çalışan ve ailesine bakan efsane deniz kadınları.
Değişen koşullar dolayısıyla sayıları son 50 yılda 30 binden 3 bine inen ve çoğunluğu 60 yaşın üzerinde olan Haenyeoların bir grubu, adaya gelen ziyaretçilere bu işi nasıl yaptıklarını bu koyda gösteriyorlardı.
Gösteri beklediğimden eğlenceli ve sürükleyiciydi. Ortalama 70 yaşında kadınların karada dans edip şarkı söyledikten sonra denizde oradan oraya kolayca yüzdüklerini daldıklarını görmek çok şaşırtıcıydı. Bayağı açıldılar ve günlük avlarını yapmaya devam ettiler. Karadan onları hayranlıkla izlerken birden bir tanesi elinde az önce yakaladığı ahtapotu bize doğru sallayarak bağırdı. Ardından hep birlikte karaya döndüler.
Diğerleri de topladıkları yosun ve kabukluları sepetlerinde karaya getirdiler. Az sonra, yakalanan ve toplanan bütün deniz ürünleri hemen oradaki lokantada hazırlanıp soslarıyla birlikte sipariş veren ziyaretçilere verildi. Biz de az rastlanan bir deniz kabuklusunu denizden yeni çıkmış haliyle güzelce yedik. Çiğ olmasına rağmen çok lezzetliydi ve bu kadar kolay yiyebileceğimi beklemiyordum. 1