


Screenshot

Screenshot
O’nu her sabah evimize konuk ediyor, günün ilk haberlerini, tam on yıldır O’ndan dinliyoruz.
Enerjisi, yorumları, haberi kendine has anlatımı ve içtenliğiyle, artık ailemizin bir ferdi gibi. Öyle ki, sabahları O’nu dinlemeden, yüzünü şöyle bir görmeden evden çıkamayan izleyicileri, her yaştan seveni var.
Ankara’da doğmuş, okumuş, büyümüş. Tanıdıksız, torpilsiz, bence “bileğinin”, kendi deyimiyle “çenesinin” hakkıyla, tam 22 yıldır bu mesleği yapıyor: Türkiye’nin haberlerini hazırlıyor ve sunuyor.
Halkın ve haklının yanında, doğru bildiğinden şaşmadan, yaptığı bir haberle kimi zaman yetkilileri harekete geçiriyor, kimi zaman bir hayat kurtarıyor. Destek verdiği sosyal sorumluluk çalışmalarıyla ulaşabildiğince çok hayata dokunmaya çalışıyor.
500’ün üzerinde de ödülü var! Yeteneği, habercilik tutkusu ve halkın sevgisi sayesinde… Bu üçünden başka güvendiği, sırtını dayayacağı bir şeyi de yok!
Evet, bu ay konuğum, İrfan Değirmenci. Kanal D’de hafta içi her sabah 06:45’te “Günaydın” programıyla yayında. İşte İrfan Değirmenci’nin anlattıkları…
Meltem Acet
twitter/@meltemacet
Habercilik tutkusu sende ilk nasıl başladı? Çocukluğunda var mıydı işaretleri?
Çocukluğumdan beri soru sormaya dair, sorgulamaya dair, daima büyük bir tutkum oldu. Habercilik de galiba bu soru sorma tutkusuyla birlikte gelişen bir tutku. Bununla ilgili bir hikâyem de var aslında… Bir gün ilkokul birinci sınıftayken, okul çıkışında yolumu kaybetmişim. Benden üst sınıftaki ablalar da yardımcı olup, beni eve götürmeye çalışmışlar. Eve gittiğimiz o yirmi dakikalık yol boyunca, onlara artık ne kadar soru sorduysam… Beni anneme teslim ederken “oğlunuz maşallah gazeteci gibi, çok meraklı” demişler. Ailede de hep anlatılır bu hikâye (gülüyor).
Nasıl bir ailede büyüdü peki İrfan Değirmenci?
Babam Ankara’da tüp üretilen bir fabrikanın müdürüydü. Hatta ben de o fabrikanın lojmanında doğdum. Ankara Etimesgut’ta, tüp sesleri içinde büyüdüm. Annem ev hanımı. Bir de ablam var, o da diyetisyen.
“O kıvırcık saçlı çocuğu göndersinler bir bakalım, eğer hoşumuza giderse stajını bizimle yapar”
Ailede var mıydı hiç gazeteci?
Ailemde gazeteci, televizyoncu kimse yok. Gazetecilik bölümünü kazandığımda, evdekiler de önce çok hayret etti. Ama okulun daha birinci senesinde ben tiyatro oyuncusu olmaya ve konservatuvar eğitimi almaya karar verdim.
Gazetecilik okurken, konservatuvar sınavına mı girdin?
Evet. İki aşamalı bir sınavdı. İlkini de kazandım hatta…
Ailenin tepkisi ne oldu?
Evdekilere ikinci sınavdan önce haber verdim… “Biz gazeteci olmanı zor kabul etmişken, şimdi bir de tiyatro oyunculuğu mu” diye önce tepki gösterdiler. Sonra da “oynama demiyoruz, oyna ama hobi olarak oyna” dediler (gülüyor). Ama neyse ki ikinci sınavı kazanamadım ve tekrar gazetecilik bölümüne, okuluma geri döndüm.
İyi ki dönmüşsün… Sonra okula gelen bir televizyon programındaki konuşmanla, tüm Türkiye bu öğrenciye hayran kaldı ve devamında da bir kanaldan iş teklifi aldın.
Aslında şöyle oldu; okulumuza gelen Siyaset Meydanı programına katılmadan önce, iki yıl boyunca yerel bir televizyon kanalında çalıştım. Hem okudum, hem çalıştım… Montaj yapmaktan kamera kullanmaya kadar, benden istenen her işi yaptım. İki yıl sonra da ‘artık okula konsantre olayım, dersleri bitireyim’ diye bir karar verdim ve Eylül ayında kanaldan ayrıldım. Ekim ayında da, en çok sevdiğim hocam, Ahmet Taner Kışlalı’yı öldürdüler evinin önünde… O hafta Ali Kırca, Siyaset Meydanı’nı bizim okulda düzenledi. Ben de çok doluydum, konuşmak istiyordum. Canlı yayının en sonunda söz aldım. Konuşmam bazı haber kanallarının ve ATV haber merkezinin de dikkatini çekmiş. “O kıvırcık saçlı çocuğu göndersinler bakalım okuldan, eğer hoşumuza giderse stajını bizimle yapar” diye haber göndermişler.
“Canlı yayında yaptığım konuşma, hayatımda yeni bir kapı açtı”
Tamamen bileğinin hakkıyla, tanıdıksız, torpilsiz, hayatının yönü bir anda değişti bu konuşmayla…
Evet. Tanıdık yok, torpil yok… Aslında tamamen çenemin hakkıyla diyebiliriz (gülüyor). Bizim sektörde tanıdık olmadan kapılar kolay açılmıyor biliyorsun, ama canlı yayında yaptığım bu konuşma, benim önümde yeni bir kapıyı açmış oldu. Devamında da, Ali Kırca ve Ayşenur Arslan yönetimindeki ATV haber merkezinde altı aylık bir staj sürecine başladım.
Bu stajla neler değişti hayatında?
Staj yaparken bir gün şansım yine yaver gitti ve ekranın önünde buldum kendimi. Haber merkezinde muhabir kalmadığı için -zorunlu olarak- bana verilmiş bir haberin altından kalktım. Ve sonra da devam ettim haber yapmaya.
“Mamak Çöplüğü’ne de gittim, Piton Pakize’nin peşine de düştüm”
Nasıl geçti ilk muhabirlik yılların?
12 yıl boyunca Ankara’da muhabirlik yaptım. Mamak Çöplüğü’nün haberini yapmamı istediklerinde Mamak Çöplüğü’ne gittim, Atatürk Orman Çiftliği’nden kaçan Piton Pakize’nin peşine düş dediklerinde onun peşine de düştüm, Hıdırlıktepe’deki gecekonduların altyapı eksikliğinin haberini yapmam istendiğinde oraya koştum. Neresi olursa, ne kadar fazla sokakta, yaşamın içinde olursam, Türkiye’ye dair gerçekler hakkında o kadar fikir sahibi olurum diye düşündüm.
Ve yıllar içinde her evin adeta bir bireyi gibi oldun. İzleyiciler seni kendilerine o kadar yakın hissediyor artık… Bunu nasıl başardın?
Zaten o kadar yakınım, onların o kadar içindeyim… Ailem hala Ankara’da oturuyor mesela. Ve ben iki hafta da bir onları ziyaret etmeye Batıkent’e gidiyorum.
İstanbul’da da, haberin dışında işimin olmadığı zamanlarda, nefes almak için vakit geçirdiğim yerler yine herkesin vakit geçirdiği yerler. Ben de toplu taşıma araçlarını kullanıyorum mesela, trafikten kaçmak için araç kullanmıyorum, bir arabam da yok zaten… Herkes gibi vakit geçiriyorum, herkes gibi yaşıyorum. Sokakta karşılaştığım insanlar da, izleyenler de, bu yüzden bana aynı yakınlıkta davranıyor.
“Fırsatın ayağınıza ne zaman geleceği belli olmaz ama geldiğinde hazır olmanız ve onu iyi değerlendirmeniz gerekir”
Neler öneriyorsun seni örnek alan, tanıdığı, torpili olmayan ama başarılı olmak isteyen gençlere?
Senden istenilen her iş senin için bir fırsattır. Başarılı olmak için bu işi öyle görmek lazım. Konuşmacı olarak davet edildiğim yerlerde, özellikle İletişim Fakültesi’nde okuyan gençlere, bir de hep şu öneride bulunurum: “Fırsatın ne zaman ayağınıza geleceği belli olmaz, ama geldiğinde onu iyi değerlendirmeniz gerekir.”
Beni o canlı yayında rahat konuşmaya hazırlayan faktörler; onun öncesinde iki yıl bir yerel televizyonda çalışmış olmam, tiyatroyla ilgilenmiş olmam, iyi kötü bir sahneye çıkıp, kalabalık karşında rahat olabilmem, konuşabilmem, tüm bunlar birer ön hazırlıktı sanırım.
Bir de çekinmemek, sürekli soru sormak, merak etmek, konuşmak lazım. Yoksa siz içinize kapandıkça kimse ayağınıza bir fırsat getirmiyor.
“Habercilik mesleğini yapıyorsan, topluma söyleyeceğin bir sözün de olmalı”
Bugüne kadar kaç ödül aldın hatırlıyor musun?
On yıllık sabah haberi maceramızda 500′ den fazla ödüle layık görülmüşüz, ne mutlu bize…
Bunların pek çoğu, üniversite öğrencilerinin kampüslerinde yaptığı araştırmalarla verdiği ödüller. Sivil toplum kuruluşları ve çok ayrı yere koyduğumuz, meslek örgütlerinin bize layık gördüğü ödüller de var. Her ödül bizim için o kadar değerli ki…
Koyacak odan var mı bunların hepsini, ne yapıyorsun bu kadar ödülle?
Değişik yerlerde, biraz dağınık vaziyette duruyor bu ödüller ama hepsi de teşvik edici, bizi motive edici, değerli unsurlar.
Bir de Altın Kelebek var…
Altın Kelebek çok köklü bir ödül. Türkiye’de “Televizyon Oscarları” olarak görülüyor ve her sene herkesin gözünün çevrildiği, canlı yayınlanan bir törenle bu ödüller sahiplerini buluyor. Dolayısıyla Altın Kelebeklerin de ayrı bir yeri var bizim için.
Mesleğe ilk başlarken yaptığın o konuşma gibi, Altın Kelebek ödül törenindeki bir konuşman da o kadar etkileyiciydi ki, sosyal medyada izlenme rekorları kırdı…
Evet, internette çok fazla insan paylaşmış o konuşmayı.
Dakikalarca da alkışlanmıştın. Gelmeden önce tekrar izledim, hatta not aldım: “Ateşe uçan pervanelere, alın terine, emeğe ve helal lokma bilen tüm güzel canlara” diye başlamıştı o konuşma… Neler hissettin o anda?
Habercilik mesleğini yapıyorsan, topluma söyleyeceğin bir sözün de olmalı. Bu kadar çok insanın ekran başında olduğu bir saatte, sadece ödülümü alıp, teşekkür edip inmek olamazdı tavrım. Dokunmamız gereken acılar vardı… Sokakta hayatını kaybetmiş olan gençler, maden ocağında hayatını kaybetmiş işçiler vardı. Onların acısını hissettiğimi de söylemiş oldum ben o canlı yayında.
“Sabah haberleri izleyicileri ile on yılda kocaman bir aile olduk”
Hazırladığın haberlerden de anlamak mümkün; sen hem çevrende olup bitenlere karşı duyarlı, hem de duygusal bir insansın. Yoğun bir tempon olmasına rağmen birçok sosyal sorumluluk çalışmasında da yer alıyorsun…
Herkesin yapması gereken şeyleri yapıyoruz aslında, çok fazla değil yaptıklarımız. Elimizden o anda ne geliyorsa.
Bu konudan bahsetmeyi sevmediğini biliyorum ama çok sayıda kişi için bir rol modelsin. O yüzden biraz daha detaylı konuşmak istiyorum. Neler yapıyor İrfan Değirmenci?
Televizyonda görünür olmanın, bir bilinirlik ve sözünü dinletebilme özelliği var. Ekranın işte bu yönünü avantaja çevirebilmek çok önemli. Ben de beni görmek isteyenleri sosyal sorumluluk projelerine davet ediyorum. “Beni görmek istiyorsanız, siz de buraya gelin” diyorum. Artık on yıldır sabah haberleri izleyicileriyle kocaman bir aile olduk… Nereye gitsek bizi takip ediyorlar ve nerede ihtiyaç sahibi varsa organize oluyorlar. Çok da konuşmuyoruz, dillendirmiyoruz bu yaptıklarımızı. Eğer amaca ulaşabildiyse o gün başladığımız kampanya, ne mutlu bizlere. Okuyacak kitap arayan öğrenciler oluyor mesela. Elinde fazla kitap olan izleyicilerimizi bu öğrencilere kanalize ediyoruz. Dünyada neyse ki iyi insanlar çoğunlukta… Hiçbir çıkar, hiçbir beklentisi olmadan, ihtiyaç sahibi öğrencilere, ihtiyaç duydukları kitabı, kıyafeti, kırtasiyeyi gönderenler de var. Biz sadece aracı oluyoruz aslında bu iyi insanlara.
“Şu fani dünyada işe yaradığımızı hissettirecek ne varsa, destek vermeye hazırız”
Bu röportaj aracığı ile biz de bu aileye dahil olalım, aileyi daha da genişletelim ne dersin İrfan? Yardım yapmak isteyenler sana nasıl ulaşabilir?
Bize ulaşmak, dokunmak çok kolay. İhtiyaç sahipleri de, yardım sahipleri de ulaşsınlar bize. Editörümüz Ertuğrul Albayrak’la, sosyal medya üzerinden yazılan her mesaja cevap vermeye çalışıyoruz. Eğer sizin de aklınızda bir fikir, bir plan, bir proje varsa, şu fani dünyada işe yaradığımızı hissettirecek ne varsa biz destek vermeye hazırız.
Evde bir de engelli köpeğin var ve aktif olarak barınaklara destek veriyorsun.
Her zaman hayvanlarla ilgiliydim, barınaklarda onlar için yapılanları da hep takip ediyor, gönüllüleri izliyordum. Ben de kendi adıma daha fazla yardımcı olabilmek için Yedikule Barınağı’na gidip geliyordum. Bir gün işitme engelli bir köpek önüme çıktı, ben de onu sahiplendim ve bu en doğru karardı bugüne kadar verdiğim. Kulakları duymasa da o kadar hisli bir canlı ki… İki buçuk yıldır onun sorumluluğu üzerimde, aslına bakarsan sorumluluğu üzerimde yanlış kelime. İki buçuk yıldır “Hayatıma eşlik ediyor”…
Her sabah Türkiye güne seninle başlıyor, peki senin bir günün nasıl geçiyor?
Sabah 6.45’te başlayan yayın maratonuna geceden hazırlanıyorum. Bunun için bu haber merkezine, her gece en geç 02:00’de gelmem gerekiyor. Bunun için de gece 01:00’de uyanmam gerekiyor. Normalde bir insanın 8 saatlik uykuya ihtiyaç duyduğunu düşünürsek, bizim öğlen saatlerinde uyuyor olmamız lazım. Artık hayatımın olağan akışı haline gelen bu döngü, insanlara ilk duyduklarında tuhaf geliyor. Gece bekçisi gibiyiz aslında. Öğlen arayıp “bu saatte uyunur mu” diyenler çıkabiliyor ama, benim başka şansım yok. Eğer gündüz uyumazsam, gece ayakta olmam ve sabah yayına enerjik bir biçimde çıkmam mümkün değil. O yüzden benim için gündüzler yok hafta içinde. Benim için gündüzler uyumaya çalıştığım saat dilimleri.
Mesleğini icra etmek, haber hazırlayabilmek ve sunabilmek için hayatını tersten yaşıyorsun adeta… Peki, hafta sonunda neler yapıyorsun, normale dönebiliyor musun?
Yok dönemiyorum. Vücut anlamıyor tabi hafta içi mi hafta sonu mu diye. O yüzden hafta sonunda da iş günü gibi, gündüz uyumak ve gece ayakta olmak istiyor metabolizmam. Bunun sağlıkla ilgili çeşitli zararları da yıllar içinde ortaya çıkıyor elbette. Hafta içi yapamadığın her şeyi hafta sonuna sığdırmaya çalışıyorsun bir de, o da çok mümkün olmuyor. O yüzden çabuk geçiyor hafta sonlarım. Bir de 2-3 haftada bir ailemi ziyarete Ankara’ya gidip görmek istiyorum, o zaman da yollarda geçiyor.
Her başarılı işin arkasında iyi bir ekip çalışması vardır, Kanal D’de her sabah yaptığın “Günaydın” programında kaç kişilik bir ekibin emeği var?
Yıllardır çok mütevazı, çok küçük, ama çok çalışkan bir ekip olarak çalışıyoruz biz. Dört kişilik çekirdek kadromuz ve onun dışında yönetmenimiz, yönetmen yardımcımız, teknik ekibimiz, kurgucu arkadaşlarımız var. İşimizin aslında en eğlenceli, en tatmin edici kısmı da geceleri beraber yaptığımız bu haber takibi, haber koşusu, yayına hazırlık ve en son olarak da işin yayın kısmı.
Seni her gün gördüğümüz için hiç yaşlanmıyorsun gibi geliyor bana. Kaç yıldır bu meslektesin?
Ekibimle birlikte sabah haberlerinde 10 yılı tamamlamak üzereyiz. Bunun altı yılı Kanal D’de, önceki dört yılı Fox TV’de, bir de ondan önceki 12 yıllık muhabirlik öykümü eklersek, toplamda 20 yılı aşkın bir süredir bu mesleği yapmaya, hakkını vermeye çalışıyorum. Zaman değişiyor değişikliklere de ayak uydurmaya çalışıyorum, her daim enerjiyi taze ve yüksek tutmaya çalışıyorum sabah ekranında.1