DOLAR 36,0229 % 0.14
EURO 37,2480 % 0.17
STERLIN 44,7292 % 0.18
FRANG 39,5856 % 0.07
ALTIN 3.358,71 % 1,52
BITCOIN 97.699,01 0.7

Büyükşehir İnsanının Küçük Kıyameti

Yayınlanma Tarihi : Google News
reklam

 

İslam Gemici

Gri, bulutlarla kaplı bir gökkubbenin altında, kırlık alanda yalnız başına yürümekte olan adam ile 10 yaşlarındaki oğlan… Nereden gelip, hangi istikamete gittiğini bilemediğimiz bu iki kişinin hikâyesini birazdan öğreneceğiz. Çünkü bu kare, bir filmin giriş sahnesine ait.

 

Amerikalı yazar Cormac McCarthy‘nin 2006’da yazdığı romandan sinemaya uyarlanan Yol (The Road), kıyamet sonrası (post apokaliptik) bir kurguda yaşanan acımasız bir yalnızlık ve mücadele öyküsünü anlatıyor. Buradaki kıyamet ifadesinde, bizim anladığımız mânâda bir kıyamet değil de daha çok “küçük kıyamet” veya “tufan” benzeri bir vakıa kast ediliyor. Müslümanlar için kıyamet farklıdır; Hıristiyan, Yahudi, Budist veya diğer dinlere inanan insanlar için daha farklıdır.

 

Sinemanın artık sanat için değil de “mal satma” zihniyetiyle yapıldığı Amerikan sineması ürünü Yol’un yönetmeni John Hillcoat, başrol oyuncuları olarak Viggo Mortensen ile Kodi Smit-McPhee’yi tercih etmiş. Guy Pearce, Robert Duvall, Charlize Theron gibi şöhretli isimler filmde daha geri planda rol almışlar.

 

Çok da uzak sayılmayacak bir gelecekte, büyük depremlerle başlayan felaketler, dünyanın iklimini alt üst etmiş, güneş kalın gri bulutların ardında kalmış, buna bağlı olarak nebatat yiyerek beslenen hayvanların da sonu gelmiştir. İnsanların tükenişi, yavaş ve ızdıraplı olmakta, geriye kalanların dünyasında yamyamlıkla şiddetlenen korkunç bir kargaşa hüküm sürmektedir. Bu disütopyanın ortasında bir adam ve oğlu, “iyi insanlar”ın yaşadığı farzedilen okyanus sahiline ulaşmak için yola çıkarlar. Amerika’yı bir uçtan bir uca geçerken, ellerindeki birkaç mermiyle eski bir tabanca vardır ki, yaşadıkları macerada esas problem, zorlu hava şartlarında nereye gittiklerini bilmemeleri ve yollarına çıkan haydutlardır.

 

Birçok sinema ödülü almış veya almaya namzet olmuş olan ‘Yol’ filmi; ihtiras, başarı, amansız rekabet üzerine kurulmuş olan kapitalist/modern Batı toplum yapısının çöktüğünde, insanların kendilerini kurtarmak için nasıl daha da bencilleşeceğinin somut bir manzarasını gözler önüne seriyor. Filmin başında verilen merak hissi, sonuna kadar bir nebze bile azalmadan devam ederken, insanoğlunun dünyevî ihtiyaçları karşılanmadığı zaman nasıl bir canavara dönüştüğü seyircinin gözüne sokulmadan sakin bir şekilde anlatılıyor. Viggo Mortensen ve Kodi Smit-Mcphee’nin canlandırdığı başrol oyuncularının abartısız fakat gerçekçi performansları, insanın içini titretiyor. Hele de babanın, oğlunu kurtarmak için düştüğü çok zor durumu, onun için duyduğu büyük endişeyi seyirci olarak bizler de sonuna kadar hissediyoruz. Ayrıca, Holivud filmlerinin vazgeçilmez klişesi olan “felaket anlarında sıradan Amerikalıların hemen bir kahramana dönüşmeleri ve işleri yoluna koymaları” hadisesine The Road’da tesadüf edilmemesi de takdir edilecek bir başka husus olarak öne çıkıyor.

 

“Şehir” Son Günlerini Yaşıyor

 

Bu ve benzeri birçok filmde rastgelinen yıkılmış, mahvolmuş atmosfer beni her defasında derin düşüncelere sevk eder. Bazen uzaktan İstanbul’a bakarım. Gökyüzü ile binalar arasındaki hava pis bir sarı renktedir; anayollardan geçen milyonlarca vasıtanın uğultusu, şehrin üzerine bir felâket bulutu gibi çökmüştür fakat insanlar kafalarını kaldırıp da ne üstlerindeki kirli havayı görüyor ne de sürekli hareket eden/dönen motorların gürültüsünü işitiyorlar. “Büyük” şehirde yaşayan insanların sanki gözleri kör, kulakları da sağır… Bu durum sadece İstanbul için mi böyle? Hayır. Ankara, İzmir, Hong Kong, Madrid, Barcelona, Londra, Paris vs. için de aynen geçerlidir.

 

Tüketim toplumu olma konusunda endişe taşıyan insanlar şunu düşünmeden edemiyorlar: “AVM’ler miadını doldurunca, fabrikalar gibi yıkılacak mı? Böyle giderse, insanoğlu olarak yaşanmaz kıldığımız şehirleri terk mi edeceğiz?” Doğrudan ifade edilmese de asıl korku şu: “Bir gün kıyamet kopacak mı? Koparsa nasıl bir kıyamet olacak? Filmlerde gördüğümüz gibi mi, yoksa dinî kitaplarda tarif edildiği gibi mi? Bu kıyamet sadece dünyada olacaksa, kaçacak başka bir yer var mı? Mesela Ay’da veya Mars gezegeninde kurulacak olan şehirler bir ümit olabilir mi? Küçük veya büyük, kopması kesin olan kıyametin her türlüsünden kaçmak için çeşitli seçenekler peşinde koşuluyor.

 

Yol (The Road) filminin bir yerinde baba ile oğul, harabe haline gelmiş bir şehre uzaktan bakar ve başka bir yöne doğru yürürler. Çünkü kendileri ve hayatta kalan diğer insanlar için en büyük tehlikeyi şehir oluşturmaktadır. Baba-oğul yollarına başka bir istikamette devam eder. Baba (Viggo Mortensen) yiyecek bulma ümidiyle şehre girecek olsalar, sağ çıkamayacaklarını bilir. Nitekim daha sonra terk edilmiş bir kasabadan geçerken yaşadıkları hadiseler, babayı haklı çıkarır.

 

Modern İnsan Ancak Şehirde Yaşayabilir

 

150 sene öncesine kadar dünya üzerinde yaşayan insanların çoğunluğu kırsal alanlarda yani köy, kasaba ve benzeri bölgelerde oturuyorlardı. Sonra Avrupa’da başlayan sanayi devrimi, hayatımızın orta yerine çöreklendi ve hayat biçimlerimizi tepetaklak etti. Şehirlerde bulunan fabrikalara doğru başlayan göç, ilk başlarda fazla önemsenmedi. Fakat bugün artık dünya nüfusunun yüzde 80’i şehirlerde oturuyor. Hâlbuki insan soyunun ruh ve vücut sağlığı açısından bakarsak, şehir kadar tehlikeli bir başka yer yok. Stres, gürültü, kötü hava, sürekli koşturmaca ve benzeri durumlardan dolayı insanlar hasta oldular.

 

İşin tuhafı, kalabalıktan dolayı suç oranlarının tavana vurduğu, insanların yalnızlaştığı bu modern şehir hayatına tahammül edebilmek için herkes ilaç kullanıyor. İlaç sektörü olmasa, vücudumuzu ve hislerimizi kontrol eden kimyevî haplar, önünden ayrılamadığımız ve beynimizi uyuşturan televizyonlar, iletişim adına çıldırma raddesine getiren cep telefonları ve kişileri tüketim müptelası yapan nesneler olmasa, şehirde bir arada yaşayabilmek mümkün olamazdı. Arabasına park yeri bulabilmek için komşusuyla tekme tokat kavga edenler, caddede giderken hatalı sollama yapanlar ve onlara ağız dolusu küfür edenler, toplu taşıma vasıtalarına binmek için birbirlerini gırtlaklayanlar ve bunları uzaktan seyreden idareciler… Acaba nasıl bir ortamda yaşadığımızı düşünüyor musunuz? Biraz geriye çekilin ve nasıl bir toplumsal cinnet hali yaşanıldığına bakın.

 

Şehre bir başka açıdan bakalım: Özellikle de “büyük” şehirlerde yağmur veya kar asfalta düştüğü anda trafik kilitlenme noktasına geliyor. Normalde 30 dakikada gidilecek bir mesafe, 2 saatte katedilince, vasıtaların içindeki insanların ruh hallerini düşünebiliyor musunuz? Halbuki 30 dakika veya 2 saatte bir şehirden başka bir şehre gitmek mümkündür. Ama “büyük” şehirlerde böyle olmuyor ve işyerinden evine bile saatler sonra ulaşabilen insanlar, yorgunluktan bitmiş, asabı bozulmuş olarak aceleyle karınlarını doyurup, ya televizyon karşısına veya bilgisayar başına oturup, biraz daha uyuşup, biraz daha yorulduktan sonra yatağa giriyorlar. Yalnızlıktan kurtuluş, sıkıntı ve dertlerden uzaklaşma, “sanal âlemin” hayalî derinliklerinde aranıyor. Çünkü bu kısırdöngüyü yaşayan insanlar ancak şehirde yaşayabilirler.

 

Hâlbuki toprağa dokunmanın mümkün olduğu, derelerin şırıltısının duyulduğu, güneşin doğuşunun seyredilebildiği, AVM’lerin ve rezidansların olmadığı, mahalle olarak şekillenmiş, yardımlaşmanın, mimarî estetiğin ön plana çıktığı “ideal şehir”lerde yaşanabilse, bu problemlerin hiçbiri olmayacaktı. Kim bilir, belki bir gün yeniden bu özelliklere sahip “rüya şehirler” kurulabilir.

 

reklam

YORUM YAP