DOLAR 36,0229 % 0.14
EURO 37,2480 % 0.17
STERLIN 44,7292 % 0.18
FRANG 39,5856 % 0.07
ALTIN 3.358,71 % 1,52
BITCOIN 97.699,01 0.7

“GÖKTÜRK’ÜN 24 YILLIK GEÇMİŞİ HAFIZAMDA, KÖYDEN KENTE GEÇİŞİNİ KİTAP YAZARAK TAÇLANDIRDIM”

Yayınlanma Tarihi : Google News
reklam

 

Bir Berber Muhabbeti

Hazırlayan Şeref Duran
Sevgili okuyucularım, dergimizin Şubat sayısı berber muhabbetinde, kendisini 20 yıldır tanıdığım, bugüne kadar yaptığı röportajları keyifle okuduğum, dergimizin imtiyaz sahibi Faruk Çelik ile konuştum.
-Sanattan siyasete, ekonomiden futbola, yıllardır konunun uzmanları ile konuşuyorsun, artık sıra size geldi. Soruları artık ben sana soracağım. Göktürk’e gelenlerin bir hikayesi var, sizin hikayeniz nedir?
Doğru söylüyorsunuz. Ben 2001 yılında Göktürk Belediyesi’nde basın danışmanı olarak göreve başladım. Hikayeme, Göktürk Köyden kente nasıl geldi onunla başlayayım. Göktürk 1993 yılına kadar 2000 nüfuslu bir köy iken 1994 yılında belde belediyesi olarak seçimlere katılmış, 3 dönem müstakil belediye olarak Mustafa Gül tarafından yönetildikten sonra, 2009 yılında Eyüp Belediyesi’ne bağlandı. Nüfusu 5 bin olan belde, çevresi ormanlarla çevrili olduğu için gelecekte 25 bin olarak planlanmış, İstanbul Havaalanı’nın gelişi ve kamu arazilerinin satılık konuta dönüşmesi ile bugün nüfusu 70 bine ulaştı.
-Göktürk denince akla neden Kemer Country geliyor?
1993 yılında İstanbul’un çöplerinin döküldüğü Kemerburgaz’a bir karış mesafede bulunan Göktürk’e tüm servetini yatırıp, ülkemize Country modelini tanıştıran rahmetli Esat Edin olmuştur. Edin, 48 yaşında Balıkesir’de 3 evladı ile kamp çadırında sele kapılarak hayatını kaybetti. Yeşillikler içine 3 katlı bahçeli evler yaparak 5. Levent hayalini kurmuştu. 5.Levent Hasdal otobanı yanında 15-20 katlı olarak dikey mimarinin eserleri arasında yerini alarak İstanbul’a hançer saplamıştır.
Kemer Country’nin kurulması ile yoğunluk yavaş yavaş kendini göstermeye başlamıştı. Yavaş gidişin sebebi de yerel yönetimin ortaya koyduğu iradedir. Kemer Country yönetimine işgücü ve eleman ihtiyacını öncelikle beldeden karşılama şartı getirmişti. Beldede ekonomik olarak iki uç olmasına rağmen sorun yaşanmıyordu. İsviçre Zürih Üniversitesi’nden bir grup öğrenci bu olguyu tez konusu olarak seçmişti. Araştırmalarından sonra 110 sayfalık bir tez hazırlayıp bir nüshasını da belediyemize gönderdiler. Tercüme edip bakıp göremedikleri noktaları izah eden bir antitez hazırlayıp gönderdik. Bizim kültürümüze yabancı olunca bir yol ile ayrılan bir tarafı milyon dolarlık evlerde oturanlarla gecekonduda oturanlar iç içe geçmesine rağmen neden çatışmıyorlar, akılları karışmıştı.
Son yıllarda Göktürk’ün trafiği çekilmez oldu?
Göktürk, Eyüp Belediyesi’ne bağlanınca imar planları da değişmeye başladı. Havaalanı konuşulmaya başlanınca iştahlar da kabardı. Büyük, küçük, büyümek isteyen, büyük görünmek isteyen inşaat firmalarının showroom’una dönüştü. Katlar yükselmeye başladı, buna kamu arazileri, 2B arazileri de eklenince 25 bin nüfus üçe katlandı. Araç sayısı da ikiye katlanınca olan oldu. Göktürk’ün bir ucundan diğer ucuna 30 dakikada gider olduk. Eyüpsultan Belediyesi otobana yeni bağlantı yolları açarak sorunu çözmek için çalışma başlattı.
Country Life Dergisi nasıl doğdu?
Sitelerde oturan sakinler firmalar tarafından her gün posta kutularına bırakılan broşürlerden rahatsız olunca, çare aramaya başladık. Bir dergi çıkartalım hem bölgenin sorunlarını yazalım hem de kendini tanıtmak isteyen firmaların reklamlarını yayınlayalım, dedik. Göktürk Magazin ismiyle 2007 yılında yayın hayatına başladık. Aslında başlangıcımız 2001 yılında Kemer Country sponsorluğunda Kemerburgaz Life ismiyle 1 yıl dergi çıkararak olmuştu. Derginin ismini İstanbul genelinde yaygınlaştırmak için Country Life olarak tescilledik. Aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’ndan akreditasyonunu yaptırdık. Yıl 2024, okuyucularımızın teveccühleri ile bugünlere geldik.
Kaç yıldır gazetecilik yapıyorsunuz?
Meslekte 40. yılıma girdim. Biz son kuşak Babıali gazetecileriyiz. Usta çırak ilişkisiyle mesleğimizi öğrendik. Bizler gazetecilerin gazetecilik yaptığı dönemlerden geçtik. Galericinin gazete sahibi olması ile tüccar gazetecilik devri başladı. Medya Turgut Özal ile İkitelli’ye taşınınca çizgisini kaybetti. Dördüncü güç medya yerini tüccar gazete sahiplerine bırakıp siyaset ile iç içe geçince akçeler konuşulmaya başladı ve her şey alt üst oldu. Özel televizyonların çıkışıyla ivme kaybeden yazılı basın, cep telefonu ve sosyal medya ile can çekişmeye başladı. Fişi çoktan çekildi şimdilik aküden yiyor. Ne anlı şanlı köşe yazarlarımız kaldı ne de araştırmacı gazetecimiz. Şimdi ekranlarda her akşam gevrek gevrek gülen göbekli her konuda bir fikri olan, zaman zaman kanal kanal gezen tiplerden geçilmiyor. Seçimden seçime arada bir dinlenip yerine birilerini vekil bırakıyorlar. Söylemler tek kanaldan gelince papağanlık da kolay oluyor.
Fazla derinlere daldın, biraz da ilginç anılarından bahseder misin?
Her meslek için söylenen bir söz vardır ‘Olunmaz, doğulur’. İşte bu söz tam da gazetecilik için söylenmiş diyebiliriz. Eğitim almakla anca akademik manada gazeteci olabilirsiniz ama içinizde merak duygusu, cesaret, fedakarlık yoksa, bakmak yerine görmeyi bilmiyorsanız gazeteci değilsiniz. Araştırmacı derken aklınıza Uğur Mumcu geliyorsa, savaş derken Savaş Ay, Coşkun Aral, haber programı derken Mehmet Ali Birand geliyorsa şanslısınız, çünkü onlardan artık yetişmeyecek. Siyasette Özal, Demirel, Ecevit, Erbakan, Türkeş gibi siyasetçileri tanımadıysanız çok şey kaybetmişinizdir. Onları ekranlarda yan yana ince nüktedanlarla kırmadan dökmeden nasıl siyaset yaptıklarını gençlere izlettirmek lazım.
Barış Manço’dan ‘yaz dostum’, Cem Karaca’dan ‘ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda’, Emel Sayın’dan ‘çatılmış kaşlarınla’, Muazzez Abacı’dan ‘vurgun’, Orhan Gencebay’dan ‘batsın bu dünya’, Ferdi Tayfur’da ‘emmioğlu’nu konserlerinde dinlediyseniz bir sıfır öndesiniz demektir.
Gazeteci biraz da çok konuşur, konu nereden nereye geldi. Ben de mütevazi davranmayacağım. Yazdıklarımı görmüş yaşamış ve ustalar ile çalışmış bir meslektaşım. Polis muhabirliği ile başladım; savaş muhabirliği, belgesel yönetmenliği, haber müdürlüğü, program yapımcılığı ve dergi ile yayıncılık yaparak, mesleğime devam ediyorum.
Gezmeyi çok seviyorum. Mısır seyahatimi anlatayım. Piramitleri görmeyi çok istiyordum. 2000’li yılların başında Mısır Turizm Bakanlığı’nın davetlisi olarak bir grup gazeteci ile Kahire’ye gittik. Hatırımda Burhan Akdağ, Duygu Asena gibi isimler kalmış. Piramitler, oradan da Şarm El Şeyh, 4 güne sığdırılmış hızlandırılmış bir Mısır turuna katıldım. Sultanahmet, Ayasofya, Galata Kulesi, Kız Kulesi, boğazda yemek, Kapalı Çarşı’da alışveriş, uçağa bin Bodrum’da otelde 2 gün kal, yallah ülkene, bizimkisi buna benziyordu. Hiçbir şey anlamadım. Bana Mısır’ın arka yüzü lazımdı. Eşim ve çocuğumu alıp arabama atladım ve yola çıktım. Suriye’de Hama, Humus, Şam oradan Ürdün, Petra harabeleri oradan Akabe limanından feribot ile Kızıldeniz’i geçip Mısır’a ayak bastım. Triptik yok Allaha emanet yola çıkmışız. İstanbul Turing Otomobil Kurumu’ndan faks çektirip bir günlük moladan sonra Mısır’a girdim. Sina Yarımadası’ndan çöllerden geçip Kahire’nin arka sokaklarını gördüm. Haksız da değilmişim. Oradan çöl ortasından Şarm El Şeyh’e 50 km kala arabanın motor kapağını çatlattık. Euro dizel arabaya neft diye söylenen mazotu koyunca araba da su koyuverdi. Bir bidon su ile hararet yaptıkça su koyup sanayiye giriş yaptım. Gündüz Kızıldeniz’de deniz sefası akşama sanayide durum kontrolü, nihayet bir haftada arabayı yürütebildim. 10 Günlük tatil programı aksaklıklarla 20 günde tamamlandı. Ülkemize döndüğümüzde gurbetçilerin dönüş hasretinin ne olduğunu kısmen de olsa anlamış olduk.
Mesleki kariyerinizde başarılar diliyor, bu sıcak ve samimi sohbet için size çok teşekkür ediyoruz.

reklam

YORUM YAP