DOLAR 38,0024 % 3.27
EURO 41,5769 % 3.04
STERLIN 49,8091 % 3.56
FRANG 43,2632 % 3.04
ALTIN 3.710,91 % 3,66
BITCOIN 85.232,49 3.989

METRES EVLİLİĞİ KURTARIR MI?

Yayınlanma Tarihi : Google News
METRES EVLİLİĞİ KURTARIR MI?
reklam

METRES EVLİLİĞİ KURTARIR MI ?

Çok satan kitapların yazarı Sinan Akyüz ile “Aşk Başka Evde” adlı yeni romanını konuştuk.  Akyüz yeni kitabında, metresliğin iç yüzü ve kadın erkek ilişkileri üzerine topluma ayna tutuyor.

 

Yeni romanınızın girişinde demişsiniz ki, “Metres yuva yıkan mıdır, yoksa yuvayı ayakta tutan mı?” Sizce hangisi?

Aslında aşkla yürümeyen pek çok evlilikte bir adam, bir kadın ve bir metres var. Bu durum bazı evliliklerde evdeki kadın tarafından alenen kabullenilir, bazılarında görmezden gelinir, bazılarında ise mücadele edilir. Ama en ilginç olanı, metres skandalıyla sarsılan evliliklerin çok azının boşanmayla sonuçlanması.

Herkes annesinin, babasının biricik kızıdır. Hiç kimse bir gün metres olabileceğini aklına dahi getirmez. Kader mi bu hale getirir, aptallık mı, yoksa aşk mı? Sahi, bir kadın neden metres olmayı kabul eder?

Bakın, gerçek şu ki bir kadın için metres olmak büyük bir yüktür, taşıması güç bir etikettir. Mutluluktan çok acıdır. Bir kadın bunu ancak metres olduğunda anlar. Ama eğer gerçekten âşık bir kadınsanız ancak o zaman bu metreslik hayatını sürdürebilirsiniz. Çünkü gerçek aşk öyle sanıldığı gibi paraya pula dayalı bir ilişki değil. Ayrıca şöyle de bir durum var ki; bir kadın metres olmayı asla kabul etmez. Çünkü gönlünde hep ilk kadın olmak vardır. Bir metres gönlünde şunu da hisseder: Belki yasalar önünde evdeki kadın birinci kadın olduğunu zannedebilir, ama o adamın kalbindeki ilk kadın benim. İşte bu yüzden bir kadın metrestir.

 

Peki, evli bir erkeğin sebepleri ne? İkinci bir kadını niçin hayatına sokuyor? Evde bir karısı, çoluk çocuğu yok mu?

Bu soruyu önemsiyorum çünkü bu soruya samimi bir cevap verirsek birçok şey aydınlığa kavuşacak bence. Bir kere şu klişe sözü yıkmak istiyorum: Erkek genç ve güzel bir kadın bulduğu için öteki bir kadına gitmiyor. Yeniden kendi olmaya, kendi hayallerine gidiyor. Yine kendisini iyi hissettirecek, kendisini sevdirecek olan bir insana gidiyor. Aslında o kadına değer verirken kendisine değer veriyor. Sana en çok kendini düşündürten, sana en çok değer verdirten kimse, sen gözünü karartıp ona gidiyorsun. Bir ikincisi de, evlilik denen kurum insanın bir tarafını yok ediyor.

Nasıl yani?

Bakın,  birçok evli çift eskisi gibi konuşamıyor. Çünkü içlerindeki o duygular, o heyecanlar ölüp gitmiş, yılların azizliğine uğramış. Hatta evdeki karın ya da kocan senin diğer bir yarını temsil ediyor. En acısı da tıpa tıp sana benziyor.

 

Bütün kabahat evdeki kadında mı?

Kesinlikle değil. Çünkü o da evdeki koca gibi bu toplumunun kurbanı olmuş. Peki, bu toplum bize ne diyor? Aynen şunu: “Aman ne kadar da iyi bir koca, iyi bir anne! Aman ne kadar da işinde gücünde bir adam, namuslu bir anne! Aman ne kadar da iyi bir aile babası, iyi bir ev hanımı! Aman da aman!..” Toplum bunu söylüyor ama işin garip tarafı biz bu sözlerle kendimizi hiç değerli hissetmiyoruz artık. Bu aptal sözler yaşamımızdan çok şey çalıyor. Öyleyse bu hayatın içindeki bizler neredeyiz? Biz gençken bütün bunların hayallerini mi kurmuştuk? Evlendiğimiz zaman iyi bir eş, iyi bir aile babası olacağımız mı demiştik? Hiçbirimiz bunu dememiştik ki, yalan mı?

 

Yani evdeki kadın da kurban?

Aynen öyle. Çünkü o da bu coğrafyada yaşayıp da aldatılan birçok kadın gibi alışılmıştan çok fazla anne olmuş. Dişiliğini unutmuş, evde bir görev üstlenmiş. Hatta çocuklarına fazla anne olmakla kalmamış, kocasının da annesine dönüşmüş. Koca da evdeki bu kadını zaman içinde annesi gibi görmeye başlamış. O zaman da geriye şehvet denen şey kalmıyor.

İlişkilerimizde neden bu hale geldik? Bu ağır bir bedel ödeme değil mi?

Ne yazık ki yeni nesil gençlik bayramlığını her günlük yaşadığından, bayramlık günlerine hiçbir şey bırakmadı. Bence artık bu yüzden mutsuzlar, yalnızlar. Oysaki bu devirde çoğunun arabası var, evi var, yılda en az bir kez tatilleri var, çift çift ayakkabıları var… Ama genç çiftler yine de mutsuzlar ve birbirleriyle kavgalılar.

 

Peki o zaman insanlar nasıl mutlu olacak?

 

Bence bu hayatta mutlu olmanın üç koşulu var. Birincisi, hiç kimseyi yargılamayacaksın. İkincisi, hiç kimseyi yadırgamayacaksın. Ve üçüncüsü de, hiç kimseden öldüren bir beklenti içinde olmayacaksın. Eğer bir beklenti içinde olursan oturup Godot’yu beklersin ve o belki de hiç gelmeyebilir.

 

Romanınızda dikkatimi çeken bir benzetme var: Aspirin erkek! Nedir bu aspirin erkek?

 

Ne yazık ki erkeklerin birçoğu kadınları yatakta yüzüstü bırakıyor. Beş dakikada işlerini bitirip hemen sırtlarını dönüyorlar. Tıpkı beş dakikada baş ağrılarını kesen aspirin gibi. Erkeklerin birçoğu da ne yazık ki seksi bir ‘hapşırma hali’ gibi görüyor. Bu benzetme erkeklerin bu yönüne vurgu yapıyor.

 

Erkekler gerçekten böyle mi? Yani sizin deyiminizle aspirin erkekler mi?

 

Benim çok üzüldüğüm bir şey var. Bana göre Tanrı’nın yaratıcılığında en son koyduğu nokta sekstir. Fakat bu güçlü silah sıradan bir şekilde kullanıldığında sizi yutan bir canavara dönüşüyor. Bugün boşanan çiftlerin büyük bir bölümü seksi sıradan yaşadıkları için ayrılıyor. Ama biz ne hikmetse buna ‘şiddetli geçimsizlik’ adını veriyoruz. Bu söz kandırmacadan başka bir şey değil.. a

reklam

YORUM YAP