DOLAR 36,2388 % 0.35
EURO 38,0197 % 0.32
STERLIN 45,6053 % 0.35
FRANG 40,2832 % 0.72
ALTIN 3.360,84 % -1,12
BITCOIN 97.629,49 -0.112

Paris Üçlemesi

Yayınlanma Tarihi : Google News
Paris Üçlemesi
reklam

 

Hazırlayan: A.Fatih Çelik

Paris’i ilk defa 7 yaşımdayken ailemle birlikte gezme fırsatım oldu. Louvre Müzesi’ni ilk o zaman ziyaret ettim. Fakat o yaşlarda eşsiz tabloları incelemek, deyim yerinde ise onların içinde kaybolmak, daha doğrusu yıllar sonra İstanbul Bilgi Üniversitesi sinema televizyon bölümünde ‘Film Culture’ adlı derste öğrendiğim üzere özellikle İngiliz eleştirmen ve yazar John Berger’ın Rönesans tabloları konulu makalesinin (orijinali: ‘Ways Of Seeing’ daha detaylı bilgi edinmek ve aslında Rönesans tablolarının masum olmaktan ne kadar uzak olduğunu öğrenmek isteyenler bu makaleyi okuyabilir) bilincinde olup tablolardaki kadınların ‘male gaze’  yani eril bakış açısına hitap eden bir biçimde kurgulanmış olduğu gerçekliğinden uzak, Orta Çağ’ın bir penceresi ve Rönesans döneminin toplumsal ve kültürel bir yansımasının en saf izlerini taşıyan yağlıboya tabloların bulunduğu uzun koridorlarda oyun oynuyordum. Sadece oynasam iyi, bir de anne babamı ‘sıkıldım lütfen artık gidelim’ diye sıkıştırıp onların tablolarla yaşamak istediği o eşsiz deneyime mani oluyordum.

İlk Paris seyahatinden 5 yıl sonra ise ikincini planladık. 4 yaşındaki kız kardeşimin de dahil olduğu gezide bense 12 yaşlarındaydım. Yalnız o zaman sadece şehir merkezinden uzakta olan dünyaca popülaritesi olan eğlence merkezi Disneyland’e gitmiştik. Ne de olsa bizim yaşlarımızdaki çocukların Disneyland gibi büyüleyici (bütün çocukların hayali desem abartmış olmam diye düşünüyorum) bir dünya varken Eyfel’i görmek, Notre Dame Katedrali’ni gezmek veya Louvre Müzesi’ni ziyaret etmek gibi bir hevesi söz konusu olamazdı. Bunca yıldan sonra aklımda Paris ile ilgili ne kaldı diye sorarsanız şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Birincisi, Louvre Müzesi’nde sadece ressamlık üzerine namı olmayıp aynı zamanda bir bilim insanı ve mucit olan Leonardo Da Vinci’nin dünyaca ünlenmiş, eserin tamamlanmasından bu yana yüzyıllar geçmesine rağmen halen bir çok tartışmalara konu olan ve güncelliğini itina ile koruyan‘ Mona Lisa’ Tablosu ile çekilmiş resmim (resmi çeken babama şükranlarımı sunuyorum)… ikincisi, hayatımda ilk defa Disneyland’da yediğim şekerli patlamış mısır ve orada deneyimlediğim bir çocuk için unutulması neredeyse imkansız olan muhteşem anılar ve daha sonrasında gördüğüm zaman anılarımı tazeleyen fotoğraf ve videolar… Son olarak 7 yaşımda daha kız kardeşim doğmadan önce babam ve annemle Eyfel Kulesi önünde satılan Fransız patateslerimi yerken (halen içimde onlara kin beslediğimi saklayacak değilim) hırsız kuşların saldırıp neredeyse bütün patateslerimi yemeleri ve beni egale etmeleridir.

İstanbul Bilgi Üniversitesi radyo, sinema ve televizyon öğrencisiyim. Birçok deneyimi olan, Orta Doğu, Avrupa, Amerika’yı gezmiş, İngilizcesi tam olmasa da birçok ülke, şehirlere ailesiyle bazen ise tek başına gitme cesaretini göstermiş, İkiz Kulelere 11 Eylül olaylarında yıkılmadan önce çıkmış, Irak’ta ve Bosna Savaşı’nda savaş muhabirliği dahi yapmış olan babam Faruk Çelik gazetecilik mesleğinin duayen isimlerinden biri ve tecrübesi de aşikar. Benim avantajım İngilizcemin olması ve bu sayede yabancı ülkelerde, şehirlerde kendimi çok daha güvenli ve özgüvenli hissetmem. Bendeki bu gezgincilik ruhumun ondan bana geçmiş olduğu ise gün gibi ortada. Hal böyle olunca yılbaşında Erasmus eğitimi için bulunduğum Selanik’ten tek başıma Paris’e gitmek oradan da daha sonra yazmaya niyetli olduğum Barcelona ve Belgrad’a seyahatimi gerçekleştirmek benim için hiç de zor olmadı.

2024’e saatler kala, saat akşam 8 sularında Paris Merkez’e tam 71 km uzaktaki Paris Beauvais Havalimanı’na iniş yaptım. Niyetim, motelime bir an önce varıp bavulumu bırakmak ve sırt çantamı alıp ‘yılbaşı gecesinde Paris’ adlı macerama bir an önce atılmaktı. Öyle de oldu diyebiliriz ama planlanmamış çok yorucu bir maratondan sonra… Havalimanından dışarı çıkar çıkmaz soğuk hava içime işledi. Hava hem soğuk hem de rüzgarlıydı. Şehir merkezine otobüs biletimi aldım ve kulaklığımı takıp kendimi az sonra yaşayacağım deneyime hazır hale getirmek ve uzun bir uçuşun ardından aç karnımı göz ardı etme çabamla birlikte beklemeye başladım. Burada kitabını daha yeni bitirdiğim çok sürükleyici bir nitelik taşıyan ve halen etkisi altından çıkamadığım Robert Krugmann’in derlediği, orijinali şiir tadında fakat yazarın roman şekline uyarladığı ve veganların uzak durmasını tavsiye edeceğim Odysseia’dan bir alıntılama yapmak isterim. Ünlü Odysseia Romanı’nda Laertes’in oğlu şehirler yıkan Odysseus aç karın hakkında “Aç karın değil midir bunca savaşlara ve belalara yol açan” der. Madem Yunan Mitholojisi’ne küçük bir atıfta bulundum o zaman dememde sakınca var mıdır şunu: “O gün Bulutlar Devşiren Kalkanlı Tanrı, Pallas Athena’nın babası, Olimpos’ta keyif süren Tanrıların başı Zeus benim Paris’e otobüsün arıza vermesine vesile olması ile geç saatlerde varmamı uygun görmüştü. Çünkü onun haberi olmadan ne bir dal kıpırdar ne de bir ölümlünün başına bir musibet gelir. Sonuç olarak normal şartlarda saat 8.50’de Paris Merkez’e varmam gerekirken, 1 saat yolda kaybettiğim zaman neticesinde 10 gibi Paris’e ulaştım. Yılbaşı olması dolayısıyla sokaklar tıklım tıklımdı. Birçok ana cadde ve sokak araçlara kapalıydı. Polislerin yığınlar halinde nöbet tuttuğu sokaklarda bağrışma ve çığlık sesleri yükseliyor bense elimde bavulum, sırtımda çantam motelimi aramaya koyuldum. Sonraki günler neler mi yaşandı onu da Mayıs sayısına bırakalım.

 

reklam

YORUM YAP