

Yıllar sonra yolum yine komşu ülke Yunanistan’a düştü. Oğlum Erasmus’la Selanik Aristotales Üniversitesi Sinema televizyon bölümünde eğitim almaya başlayınca ziyaret etmek için bir cumartesi akşamı Esenler otogarından Lilian Tur ile yollara düştük. Koca otobüste ikisi yolcu toplam 5 kişiydik. Dört saatlik bir yolculuk ve moladan
sonra gece yarısı saat 01.00 sıralarında İpsala sınır kapısından geçip Yunanistan gümrüğüne giriş yaptık ki bizi karanlık bir atmosfer karşıladı. Trafodaki arıza sebebi ile elektrik olmadığından işlemler durmuştu. Bir saatlik bir bekleyişten sonra geçiş yapabildik. Sınır kapısındaki kafede yediğimiz sıcak ıspanaklı börekler ile ilk alışverişimizi yaptık. Hemen yola çıkıp sırasıyla Dedeağaç, Gümülcine, İskeçe ve Kavala’dan sonra nihayet sabah saatlerinde Selanik’e girdik.
Tan ağarırken oğlum ile otogarın karşısındaki bir kafede Amerikan kahvesi eşliğinde hasret giderdik. Benim gibi bir çay tiryakisinin çay yerine kahve ile güne başlaması espresso ile güne başlayan İtalyan’a çay ikram etmeye benziyor.
Kahve molasından sonra taksi ile 650 euroya eşyalı kiraladıkları eve geçtik. Bilgisayar bulunan çantamı takside unuttuğumu akşam uyanınca fark ettim. Bir yerlerde eşyamı unutmak son zamanlarımda alışkanlık haline geldiği için hiç telaşa kapılmadım. Oğlum ve ev arkadaşı Romanyalı Stefan paniğe kapılmadan sakinleştirip, gece tek başıma yürüyerek taksi ile geldiğimiz yolu takip ederek çevredeki kameraları aradım. Birkaç mağazada sadece önünü gösteren kamera dışında yolu gösteren kamerayı itfaiye merkezinde buldum. Gönül rahatlığı ile eve dönüp sabahı bekledim. Öğlene doğru telefonumdaki translate açarak itfaiye merkezine gidip Türkçe-Yunanca sessiz sohbete başladık. Bana emniyetten yazı getirirsem yardımcı olacaklarını belirttiler. Türkiye konsolosluğu yakın olunca ‘derdimi anlatayım’ dedim ama kapıyı aşamadım. Megafondan ‘pasaportun yanında ise bizim yapacağımız bir şey yok’ diyerek içimi rahatlattılar. İtfaiye merkezine irtibat için oğlumun telefonunu yazdırmıştım. Emniyetten aradılar, akşam 19.00 bizi beklediklerini söylediler. Gittiğimizde taksi ile ilgili aklımızda kalan rengi, markası ve modelini söyleyince görevli polis memuru birkaç telefondan sonra taksicinin telefonunu verdi. Çantanın taksicinin arabasında olduğunu, sabah işe başlayacağını, istediğimiz yere getireceğini söyleyerek, bizi yolcu ettiler. Ertesi gün taksici ile buluşup çantama kavuştum. Mesleğin gazeteci olup bir de benim gibi belgesel yönetmeni olunca detayları kaçırmadan yazıyı hikayeye döküyorsun.
“SELANİK’TE YÜRÜMEK İNSANA KEYİF VERİYOR”
Selanik, Atina’dan sonra Yunanistan’ın ikici büyük şehri olunca, üç güne sığdırdığım seyahatimi dolu dolu geçirmek ve biraz da meraklı olduğum için kendimi sokağa attım. Saraybosna’da savaş belgeseli çektiğim 1993 yılındaki yürüme rekorumu günlük 22 bin adım ile Selanik’te yakaladım. İstanbul’da her yere araba ile giden tembel birisi için gurur kaynağı oldu. İstanbul’a dönünce aynı şekilde orada da yürüyeceğim sözünü dönünce unuttum. Selanik sakin bir şehir, sahil şeridi ve iç kesimdeki bir cadde hariç trafikte yoğunluk görmediğiniz için yürümek insana keyif veriyor.
“ÇARŞI-PAZAR FİYATLARINDA AVRUPA’YI YAKALAMIŞIZ”
Son yıllarda ülkemizde ekonomi konuşulmaya başlayınca moda olan, ‘Avrupa bizi kıskanıyor, orada benzin şu kadar bizde bu kadar’ tartışmaları kulaklarımı tırmaladığı için çarşı-pazar dolaşıp fiyatları kıyaslamaya başladım. Mağaza vitrinleri, tezgahlardaki rakamları görünce, Avrupa’nın bizi niye kıskandığını anlamlandırmaya çalıştım. Yunanistan’da asgari ücret 750 euro, bizdeki karşılığı ise 400 euro’ya tekabül ediyor. Yunanistan’ın gelirinin yüzde 80’i turizm ve deniz taşımacılığı, geri kalanını sanayi ve tarım oluşturuyor. Son yıllardaki orman yangınları dünyada zeytinyağı pazarında söz sahibi olan komşumuzu bir hayli geriletmiş görünüyor. Bir litre zeytinyağının kilosu 300 liraya çıkmış. Pandemi sonrası sarsılan ekonomisi enflasyonu tetiklemiş ve fiyatlar geçen yıla nazaran bir kat artmış görünüyor. Kimle konuşsam pahalılıktan söz ediyor. Dönüp ülkeme baktığım zaman çarşı-pazar fiyatlarında Avrupa’yı yakalamışız ama gelir ve yaşam standardında aramızdaki makas her geçen gün artıyor.
“KENDİMİ ANADOLU’NUN BİR KASABASINDA HİSSETTİM”
Bir Erasmus öğrencisinin gözünden Selanik
Gerçekçi olmak gerekirse Yunanistan’a, Selanik’e gelmeden önce bazı ön yargılarım vardı. Ülkem Türkiye ve Yunanistan’ın karmaşık bir geçmişi olduğunu biliyordum. Her iki ülke de NATO üyesi olmasına rağmen son dönemde ülkeler arasındaki gerilim giderek arttı. Belki Yunanlılar tarafından hoş karşılanmayacağımdan korkuyordum. Ayrıca Fatih Sultan Mehmed Han veya İkinci Mehmed’i kastettiğim Osmanlı Konstantinopolis Fatihi’nin de (bugünkü İstanbul) aynı isme sahip olması nedeniyle Fatih ikinci
adımı kullanmakta tereddüt ettim. Bazı önyargılarım olsa
da dünyanın her yerinde insanları milliyetlerine ve etnik kökenlerine göre yargılamayan insanların olduğunu biliyordum. Artık tüm korkularımın ve önyargılarımın boşa çıktığını görüyorum çünkü 1.5 aylık Erasmus sürecinde bana çok iyi davranan birçok Yunan arkadaşım oldu. Sadece öğrenciler değil, tüm Yunanlılar benim Türkiyeli olduğumu biliyorlardı. Türkiye’de doğmuş olmanızın Türk olduğunuz anlamına geldiğine inanmıyorum. Bu diğer ülkeler için de geçerlidir. Hepimiz karma bir ortamda yaşayan insanlar olduğumuz için etnik kökeninizden
yüzde yüz emin olamazsınız. Bunu söylememin nedeni
ise buradaki bazı Erasmus arkadaşlarımın uyruğumu tahmin etmeye çalışması ancak tahmin edemeyip Türkiye dediğimde ise şok olmaları oldu. Sen Türk’e benzemiyorsun dediler. Aslında haklılar burada, çünkü tarihçi olan dayım ailemizin soy ağacını araştırmış ve annemin etnik kökeninin Rumlara dayandığını öğrenmiş. Yani Osmanlıların eline geçen Karadeniz’deki eski Yunan İmparatorluğu (PONTOS). Dolayısıyla benim de Helenik köklerim olabilir. Belki de
bu nedenle burada kendimi evimde gibi hissediyorum. Konuya dönersek, buraya geldiğim 1.5 aylık süreçte çok önemli bir şeyin farkına vardım; bir yere gitmekle bir yerde yaşamak çok farklı şeyler. Daha önce Avrupa’nın pek
çok şehrini ziyaret etmiştim ama çoğunlukla o şehirde
üç gün kalmıştım. Ancak şehirde uzun süre kaldığınızda çok benzersiz bir deneyim yaşarsınız. Mesela Selanik’e 3 günlük bir gezi için gelmiş olsaydım, milli bayram geçitleriyle karşılaşmayabilirdim, Atatürk’ün evine yapılan saldırıya tanık olamayabilirdim ya da şehrin atmosferini bu kadar hissedemeyebilirdim. Üstelik Erasmus deneyimi çok farklı bir deneyim çünkü size temel olarak kültür alışverişinde bulunma, farklı ülkelerden farklı geçmişlere sahip insanlarla tanışma, onlarla çeşitli bağlamları tartışma, onlarla karşılaştırma yapma ve aynı zamanda onlarla eğlenme şansı veriyor. Özetle, Erasmus için geldiğim Selanik’te çok mutluyum ve her öğrencinin bu deneyimi yaşamasını isterim.
Ahmet Fatih Çelik
Bilgi Üniversitesi Sinema-TV Bölümü 4. Sınıf Öğrencisi
Bu fotoğraf nerede çekildi?…. Selanik
Selanik’in merkezi konumundaki bir mahalleye girdiğim zaman kendimi Anadolu’nun bir kasabasında hissettim, bizleri ayıran sadece dilimizdi.Pazarda etler kasap dükkanlarının dışında sergilenirken kapının girişindeki büyük et doğrama tahtasında etler satırla doğranıyor. Bal fiyatları bizdeki gibi tutturabildiğine değil hemen her yerde kilosu 200 liraya birinci kalite çiçek balı bulabiliyorsunuz. Giyim eşyası, telefon aksesuarı, market gibi mağazaları işleten Pakistanlı esnafa da rastlıyorsunuz. Büyük alışveriş marketlerine girdiğiniz zaman dünyanın köye döndüğünü görebiliyorsunuz. Reyonda satılan ürünlere bakınca aynısını Bağcılar’da da Anadolu’nun ücra köşesindeki bir markette de görebilirsiniz.
CACIKİ, KEBABİ, DOLMAKİ, ISPANAKİ, BAKLAVAKİ
Dinlenmek için adım başı bir kafe bulmakta zorluk çekmiyorsunuz.
Espresso, amerikano, filtre kahve, latte, seçenekler arasında gözünüz
çayı arıyor, bulamayınca hasret gözükmeye başlıyor. Selanik’te yabancılık çekmeyeceğiniz şeylerin başında yemek geliyor. Lokantaların vitrinlerini görünce Kemerburgaz’daki Kardeşler Lokantası gözümün önüne geldi. Yemekler bu
kadar mı benzer, Kardeşler’in sahibi Selanik göçmeni Mehmet amca ile röportaj yapmıştım. Rum bir ustadan yemek yapmayı öğrendiğini söylediği zaman bir anlam verememiştim. Selanik’teki restaurantları görünce ne demek istediğini
iyi anladım. İsimlerinde hiç yabancılık çekmiyorsunuz; cacıki, kebabi, dolmaki, ıspanaki, baklavaki daha nicesi aynı topraklarda yoğrulmuş bir medeniyetin Ege Denizi ile ayrılmış iki kıyısı gibi görünüyor.
Bir cadde üzerindeki 123 yıllık Helvacı Ali tabelasını görünce sıcak irmik helvasını dondurma eşliğinde tatmadan çıkmıyoruz.
Kafenin birisinde Türk kahvesiyle (orada Yunan kahvesi diyorlar) fala bakan ve Türkçeyi tarzanca bilen bir falcıyı da es geçmiyor, adet yerini bulsun diye fincanımızı ters çeviriyor, mutluluk ve zenginlik mesajları ile günümüzü tamamlıyoruz.
Tarihi mekanları gezerken eski Selanik resimlerinde onlarca minare şehri süslerken bugün sadece bir tanesi büyük bir kilisenin bitişiğinde olduğu için bırakılmış, kalanları yıkılmış.
Kenti gezerken 4-5 tane Osmanlı eserine rastlıyorsunuz. Bazı resmi daire olarak kullanılan binaların Osmanlı döneminden kalan eserler olduğu göze çarpıyor.
Sahil kenarında kanun eşliğinde çalan Yunan müzikleri ile halk oyunu oynayan gençleri görünce kendimi Ege kıyılarımızda hissettim.
‘Yetmez ama evet’ diyerek Selanik’ten bir güz akşamı oğlumla vedalaşarak, İstanbul için kalabalık bir yolcu eşliğinde yola çıktık.
Aristotales Caddesi’nin emektar simitçisi Yorgo
Bir Erasmus öğrencisinin gözünden Selanik
Gerçekçi olmak gerekirse Yunanistan’a, Selanik’e gelmeden önce bazı ön yargılarım vardı. Ülkem Türkiye ve Yunanistan’ın karmaşık bir geçmişi olduğunu biliyordum. Her iki ülke de NATO üyesi olmasına rağmen son dönemde ülkeler arasındaki gerilim giderek arttı. Belki Yunanlılar tarafından hoş karşılanmayacağımdan korkuyordum. Ayrıca Fatih Sultan Mehmed Han veya İkinci Mehmed’i kastettiğim Osmanlı Konstantinopolis Fatihi’nin de (bugünkü İstanbul) aynı isme sahip olması nedeniyle Fatih ikinci
adımı kullanmakta tereddüt ettim. Bazı önyargılarım olsa da dünyanın her yerinde insanları milliyetlerine ve etnik kökenlerine göre yargılamayan insanların olduğunu biliyordum. Artık tüm korkularımın ve önyargılarımın boşa çıktığını görüyorum çünkü 1.5 aylık Erasmus sürecinde bana çok iyi davranan birçok Yunan arkadaşım oldu. Sadece öğrenciler değil, tüm Yunanlılar benim Türkiyeli olduğumu biliyorlardı. Türkiye’de doğmuş olmanızın Türk olduğunuz anlamına geldiğine inanmıyorum. Bu diğer ülkeler için de geçerlidir. Hepimiz karma bir ortamda yaşayan insanlar olduğumuz için etnik kökeninizden
yüzde yüz emin olamazsınız. Bunu söylememin nedeni ise buradaki bazı Erasmus arkadaşlarımın uyruğumu tahmin etmeye çalışması ancak tahmin edemeyip Türkiye dediğimde ise şok olmaları oldu. Sen Türk’e benzemiyorsun dediler. Aslında haklılar burada, çünkü tarihçi olan dayım ailemizin soy ağacını araştırmış ve annemin etnik kökeninin Rumlara dayandığını öğrenmiş. Yani Osmanlıların eline geçen Karadeniz’deki eski Yunan İmparatorluğu (PONTOS). Dolayısıyla benim de Helenik köklerim olabilir. Belki de bu nedenle burada kendimi evimde gibi hissediyorum. Konuya dönersek, buraya geldiğim 1.5 aylık süreçte çok önemli bir şeyin farkına vardım; bir yere gitmekle bir yerde yaşamak çok farklı şeyler. Daha önce Avrupa’nın pek çok şehrini ziyaret etmiştim ama çoğunlukla o şehirde üç gün kalmıştım. Ancak şehirde uzun süre kaldığınızda çok benzersiz bir deneyim yaşarsınız. Mesela Selanik’e 3 günlük bir gezi için gelmiş olsaydım, milli bayram geçitleriyle karşılaşmayabilirdim, Atatürk’ün evine yapılan saldırıya tanık olamayabilirdim ya da şehrin atmosferini bu kadar hissedemeyebilirdim. Üstelik Erasmus deneyimi çok farklı bir deneyim çünkü size temel olarak kültür alışverişinde bulunma, farklı ülkelerden farklı geçmişlere sahip insanlarla tanışma, onlarla çeşitli bağlamları tartışma, onlarla karşılaştırma yapma ve aynı zamanda onlarla eğlenme şansı veriyor. Özetle, Erasmus için geldiğim Selanik’te çok mutluyum ve her öğrencinin bu deneyimi yaşamasını isterim.
Ahmet Fatih Çelik
Bilgi Üniversitesi Sinema-TV Bölümü 4. Sınıf Öğrencisi
Hazırlayan Faruk Çelik